Kurban Bayramı’nın 3. gününde, havanın soğukluğuna rağmen Bahariye’ye akmış kalabalığın arasında yürüyordum. Bayramı birkaç gün önceden depoladığım filmler eşliğinde içerek geçirme planını başarıyla uyguluyordum. Bu “mükemmel bayram planı”na rağmen dışarı çıkmak, hele de böyle de gürültücü bir alışveriş güruhu ortalığı sarmışken, pek harcım olan bir iş değildi.
Çocuğu-kaptık-dükkan-gezmeye-koyulduk aileleri, çeyizine küçük bir ganimet katmak için anasıyla turlayan “iyi aile kızı tornası” ürünleri, dik saçlarındaki jöleler soğuktan buz parıltısına bürünmüş taze ergenler ve benim gibi yılbaşı hediyesi almaya çıktığı halde konuya dair hiçbir fikri olmadığı için aval aval bakınarak gezenler…
Üstelik bu sefer bir değil iki hediye almam gerekiyordu: Bir yandan eski eşimin iki gün sonraki doğum günü için bir şeyler bulmalıydım, öte yandan işyerindeki yılbaşı hediyeleşmesinde adı yazılı küçük kağıdı çektiğim ajansın sekreteri için…
Bir pasajı baştan aşağı dolaştım. Kıyafetler, kıyafetler, gümüşler, kıyafetler. Hepsi birbirinden zevksiz; zevkli olan nadir parçalarsa birbirinden pahalı. Daha kolay bir yolu olmalıydı; bulmanın, seçmenin, almanın ve vermenin…
Genel olarak hayata karşı kararsız olan insanlar için seçeneklerin varlığı özgürlük değil, baş belası bir durumdur. Kimsenin senin yerine tercih yapmasına izin vermeyecek kadar da tırt bir küstahlık varsa, kararsızlık zihinsel bir masa tenisi maçına döner. İki taraf da sensindir; bir oraya koşturur servis atarsın, bir diğer tarafa zıplar servisi karşılaşsın. Eğer kendine iyi bir rakipsen, setler uzadıkça uzar. Öyle ki bu kararsızlığın kaynağı, her iki durumun artı ve eksilerini en ince ayrıntısına kadar görebilme becerisi ise bunların akıl tartısının iki ucuna yerleştirilmesi günler, aylar hatta yıllar alır. Teker teker, büyük parçalardan başlamak üzere her iki kefeye yerleştirmeye başlasın. En küçük parçaları bile özenle koymayı istemen, kafandaki bütün nöronların ambale oluncaya kadar kimyasal manyağına dönmeleriyle sonuçlanır.
Hani ortada ilk kez karşılaştığın, tek bir “şey”in alınıp alınmaması kararı olsa iş kolaydır. Çünkü burada –onbeş yıldır kendime söylediğim üzere- tek bir kural geçerlidir: Doğru Terazi Seçimi! Bu kural şunu söyler: Pazarcı terazisi, patates tartmak içindir; sarraf terazisi ise altın için. Pazarcı terazisiyle altın tartmaya kalkarsan, tarttığının hakiki değerini kaçırırsın; sarraf terazisiyle patates tartmaya kalkarsan da terazinin ağzına sıçarsın. Sözgelimi; insanlarla kurdukları ilişkilerde hayal kırıklığına uğrayıp mızmızlık yapanlar, sarraf terazisinin içine öküz yerleştirmeye çalışmış olan ahmaklardır.
Ancak işin ucunda geri kalan tüm değişkenlerden bağımsız olmayan, ceteris paribus’un anlık tek-tercih yanılgısının dışında bir seçim meselesi varsa işler karışır. Bir karar tüm rotayı değiştirecektir: Ölene kadar içtiklerin, yediklerin, sıçtıkların, güldüklerin, ağladıkların, kısaca her şey değişecektir. Bu noktada iki kefeli denklem, kararsızlık pazarının olağan siftahsız günlerinden birinin sağlamasını yapmaktır. Bütün pazarcılar tartıyor, bütün müşteriler bakıyor ama alışveriş yok!
Eski sevgilin barışmak mı istiyor? İyi günler, kötü günler… Mutlu anlar, kavgalar… Sıcak bir kucak, farklı beklentiler… Şimdi vaat edilen “Yeniden denemek için çabalayabiliriz”, eskiden söylenmiş olan “Sanırım artık yürütemiyoruz”…
İki iş teklifinden hangisini seçeceksin? Yüksek maaş, az çalışma… Sosyal haklar, sıcak ve dostane bir ortam…
Her seçim, gayet adil gözüken bir ödül-bedel dengesi üzerine inşa edilmiş. Her seçeneğin senden bekledikleri ve sana vermeyi vaat ettikleri arasında kurulan ve asla bozulmayacakmış gibi görünen bu dengede, her seçim aslında Araf’tır. Neyi seçersen seç; bir yakasında cennet, öteki yakasında cehennem olacak. Ödemek zorunda olduğun bedelin türüne göre, bir ödülle karşılanacaksın. Belki de “ödül” kelimesinin, “ödemek” ve “ödün” kelimelerine bu kadar benzemesinin nedeni de budur!
Mango!
Bahariye Mango’nun kadınlara bedava giysi dağıttığı bir gün olmalıydı. Kapıda durup içeriye baktığımda içerideki kadın sürülerini gördüm. Genci, yaşlısı, çocuğu kendi yaşlarına ve türlerine has bir cezbe kapılmış; oradan oraya savruluyorlardı. Daha önceleri oraya girmemek üzere büyük çabalar sarf etmiş, yaz kış demeden dışarı eşimin çıkmasını beklemiştim.
Bu kadar kalabalık olduğuna, daha doğrusu kadınları bu kadar çektiğine göre; “Beğenir mi, beğenmez mi?” sorusunu kafamda fazla çevirip kararsızlığının terazisini daha fazla yalama yapmadan sonuca gidebilirdim.
Güvenlik görevlisiyle gözgöze geldik. Derin bir nefes çekip -bu içime çektiğim son taze nefes olabilirdi- içeriye daldım. Birkaç adım atmıştım ki donup kaldım. Her biri bir o yanan bir bu yana koşturuyordu. Bir grup kadın, karşılıklı olarak merdivende sıkışıp kalmıştı. Bir kısmı evde ya da kapıda bekleyen kocalarına göstermedikleri mıncıklama şevkini yün kazaklar ve deri ceketlerle tatmin ediyorlardı. Kasanın önünde 80 öncesi yağ-gaz kuyruklarını andıran ama onlardan açgözlü bir tüketim hevesiyle ayrılan bir bekleyiş vardı. Dışarı kaçtım.
Derin bir nefes çektim; taze ve soğuktu. İstediğim buydu! Hayır, eve dönmeli ve buz gibi bir bira açıp, yarım bıraktığım filme devam etmeliydim. Buraya geldiğimi unutabilecek hafıza becerisine sahiptim. Hediyeler? Vermesi güzel ama seçmesi zor olan hediyeler? İki gün sonraki doğum günü? Yılbaşı kutlaması?
Geri dönüp içeri girdim. Bu vahşi ormanın derinliklerine dalmayacak, bunun içinde kaybolmayacaktım. Hemen kenardaki eşarp, atkı ve berelere yöneldim. Elimi attığım ilk atkıyı gösterip, imanı çoktan gevremiş görevli kıza gösterdim: “Bunu istiyorum!”
Kararsızlarla ilgili son bilgi: Ya seçeneklerin ikisini de kaybederler ya da ani bir hareketle birini seçerler –ki genelde bu seçtikleri de yanlış olan tercih olur.
“Tabii ki” dedi kızcağız ama daha sonra üzerine “Bunun şuyu yok mu?”, “Şu nerede?” diyerekten saldıran bir grup deli kadının avı oldu. Atkı elimde kalakaldım. Ödeme kuyruğu uzundu: Herkesin binlerce kredi kartı vardı. Onlardan uygun olanı seçeceklerdi. Merkezin POS makinesine verdiği yanıt beklenecekti. Sonra o minik kağıtlar imzalanacaktı. Bedel kontrol edilecekti. Kredi kartı ve fişler cüzdana yerleştirilecekti. Cüzdan çantaya girecekti. Çanta kola geçirilecekti. Torbalar alınacaktı. O güzelim manifaturacılara ne oldu Yarabbim!
Kaçtım. Bir kez daha. Hani şans eseri, renkli Hindistan elbiseleri ve el örgüsü kışlıklar satan o küçük dükkanı görmesem hiçbir şey almadan dönecektim. Buradan bir şeyler alamazsam hiçbir yerden alamayacağımı fark ettiğimden oradaki seçimim çok kolay oldu.
Elimde poşetler eve gitmek üzere Altıyol’dan aşağıya doğru inerken, kaldırımdaki kalabalığa rağmen içim rahattı. Kahramanımız; soğuk havada azalan enerjisine rağmen tekinsiz bir caddeyi baştan sona geçmiş, vicdansız alışveriş kadınlarının ani pençe ataklarını bertaraf etmiş, orospu çocukluğunda ustalaşmış satıcı adamları atlatmış ve nihayetinde de kararsızlık canavarına son darbeyi indirmişti. Bütün bu mücadelede azalan “can”ını da evindeki birasal “medical kit” sayesinde “full” yapabilir, “Mission Completed!” ibaresinin tadını çıkarabilirdi.
Bir ıslık duydum. Yanımdan hızlıca geçen iki üç kız kıkırdaştılar: “Bu ne ya!”
Neyi kastettiklerini ancak birkaç saniye sonra anladım. Uzun boylu, güzel bir kız kalabalığın bakışlarına, gözlü ve sözlü tacizlerine aldırmadan karşımdan geliyordu. Uzun ve biçimli bacakları, bir karışlık mini eteğin altından, onları kavrayan sarımtırak naylon çorapların simlerinden dolayı parlıyordu. Üzerindeki hafif ceket, mini eteğin seviyesinde kesiliyordu.
Önümde yürüyen iki kadından birisi resmen durdu ve dönüp kıza bakarak: “Aa resmen manyak bu karı!” dedi.
İstifimi bozmadan yürümeye devam ettim. Beni eve götürecek yola saptığımda, arkasını dönen kadınla yanındaki kızın hemen peşim sıra, vakanın yorumu yaparak yürüdüklerini fark ettim.
“Götüne kadar açmış kadın ya!”
“Gösterme meraklısı işte bunlar. Donuna kadar gösterecek illa”
Kulağım onlarda olduğu için biraz yavaşlamıştım. Beni geçtiler. Az önce kıza bakıp “manyak” diyen kadın, içine nasıl sığdığını kestiremediğim kot pantolonuyla, yere yakın götünü savura savura yürüyordu. Pantolonun kıç kısmına, birbiri içine geçen yayları takiben sarı, parlak boncuklar dikilmişti.
“Bu soğukta deli midir nedir?”
“Yok ya dikkat çekmek için her şeyi yapar böyleleri”
Kadının dip boyası gelmiş saçları, soluk bir sarıya boyanmıştı. Yanındaki ise ondan daha genç, siyah saçlı bir kızdı. Belki de yanındakinden bir karış daha uzundu. Her ikisinin de uzun bacaklı, mini etekli kıza öfkelendikleri kesindi.
“Evet ya! Dikkat çekmek için neler yapıyor insanlar!”
Aramızdaki fark artarken “can”ımın hızlıca azalmaya başladığını fark ettim. Belki de yanımdan, son enerjimi de emerek geçmişlerdi. Torbalardaki tüy kadar hafif, yünlü hediyeler gitgide ağırlaşmaya başlamıştı.
“Ya bu kıyafetle Üsküdar’da dolaşsa var ya…” dedi götü yere yakın, sarı saçlı kadın.
“Var ya… Çatır çatır sikerler bunu!” diye yanıtladı yanındaki genç kız,
“Hem de nasıl sikerler!”
“Game Over!”
Bahariye Bayramı
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
3 yorum:
bizi bu kadınların şerrinden koru yarabbim. amin.
evet zordur hediye seçimi, hatta o kadar zordur ki hediye verme zevkini boşverip hiç kimselere hediye almayacağım kararı bile verdirir insana. bana verdirdi ve ben kimseye hediye almadım bu yılbaşında.
ama bir sürü küçük hediye aldım. hepsi son derece basitti ve beni çok keyiflendirdi. ben bana alınan şeyleri hediye almak için alışverişe çıktığımda görsem aman böyle de hediye mi olur bu ne der almazdım ama bana verilince hepsini de çok beğendim ve mutlu oldum.
aslında çok da kasmamak gerekiyor demek ki.
neyse benim asıl söylemek istediğim başka bir şey.
bu sene yılbaşında bir arkadaşımın evindeki küçük bir partiye davetliydim. davetlilerin bir kısmını tanımıyordum, zaten kimseye hediye almama kararı almış olduğum için sadece içkimi alıp gittim partiye. saat 12'ye 10 kala partideki çocuklardan ikisi herkese küçük küçük bişiler aldık biz diye ortaya çıktılar. küçük bi torbanın içinden minik paketler aldık hepimiz. o minik paketlerin içinde minik plastik hayvancıklar vardı. ve paketlerden birer de her hayvanın esas kahraman olduğu fabl çıktı.
baş parmağım büyüklüğünde bir oyuncak, plastik bir kaplan ve kaplanlı bir fabl.
bu kadar basit, bu kadar herkese verilebilecek ve bu kadar sevimli bir hediye daha görmedim ben ömrümde. payıma düşen fabl ayrıca çok güzel, tam da bu aralar birilerinin kafasına taş niyetine atmak isteyeceğim türden. (ama uzun şimdi yazmayayım)
lili ;)
kararsizlik konusunda yazdiklarin cok tanidik ve acitici. harika bir analiz olmus herseyiyle. Huseyin rahmi gurpinar'in romanlari tadinda ama daha derin ve gunumuzden.
araf yakistirmasi cok hosuma gitti, bir de Ibn Arabi''nin evren tasavvurunda berzah kavrami vardir ki zaten yabanci olmadigin bir sey diye dusundum.
ayrica: nasil bir memleketiz ki kendi kadinlarimiz baska kadinlara cinsiyetcilik yapar ve toplumun kendilerine dayattigi baskiyi reva gorur, guzellik de cirkinlik de basedilemeyecek sorunlara donusur toplum yasantimizda. sanki herkesin oldugu gibi ama biraz daha gorduklerini icine sindire sindire dunyanin sadece siyah ve beyazdan olusmadigini anlamalari, derinlesmeleri, yumusamalari cok zordur.
Yorum Gönder