28 Yıllık Bir Ölünün İtirafları -3

İSMİYLE MÜSEMMA

Adınız nedir? Ben durmadan anlatıyorum da kimsiniz? Tanıdığımı zannettiklerim misiniz? Yoksa karanlık taraflarınızda binlerce kuşku mu büyütüyorsunuz?

İsmimle müsemma mıyım bilmiyorum ama bir ismim var maalesef. Her şey gibi buna da bir isim bulmuşlar, “diğerleri”nden ayırt edilsin diye. Ancak “herkes” birbirinden “ayırt edildiği” için, ayırt edilmenin pek de anlamı kalmıyor. Sert ünsüzlerden ve kalın ünlülerden oluşan sıradan bir isim, mahallenin imamı böyle uygun görmüş. Soyadımı ise dedemin katil dedesine borçluyum. Demirci çırağıymış, ustasını öldürüp -nedenini bilmiyorum- bulunduğu kasabadan kaçarak yeni bir hayat kurmuş kendine. İsmime ince ünlüleri ben uydurdum. Yanlış anlaşılmasın el malı değil, dedemin adıdır İsmail. Belki de genetiktir bu usta ile olan dert: Ben de ustamı öldürdüm, sonra akademiden kaçtım. Bana göre değildi orası; çünkü kim olduğumdan yeteri kadar emin değildim. Kim olduklarından emin olan arkadaşlarım yükseliyorlar, “Yolları açık olsun” diyorum gülümseyerek.

İsmimin anlamı (bir kaç yerde kaynağı belirsiz nitelenmekte beraber) İbranice'de "Yüce dağ", "Yücelerde olan" anlamına geliyormuş. Fakat içindeki "a"ya inceltme işareti eklendiğinde, aniden "inatçı at" oluveriyor. Bir kaç kez kafamda bu ikisini birleştirmeye kalktım ve "yüce dağın tepesindeki inatçı at" gibi bir sonuca ulaştım -ki kendimde böyle bir hayvancağızın sonunu kestirecek cesareti bulamadığım için "İsmimle müsemma mıyım?" sorusunu hızlıca kafamdan atmaya çalıştım.

Çocukken, benden 7 yaş büyük ağabeyimle maç yapardık. Evin salonuna koyduğumuz sandalyelerin altı kale olurdu. İddia her zaman aynıdı: HÇ’yi kim kullanacak? Ben yenildikçe bir daha oynardık. Bir kez olsun kazanmayı başaramadım. Fakat artık içim rahat : HİÇ olmanın en güzel yanlarından birisi de bu.

Şaşılası bir durum ama o çocukluk vakitlerinde bir miktar hücreye sahiptim. Şimdi de sahibim, sayısını biraz arttırdım. Eksiğini, fazlasını bilemem. Diğer insanlarınkini saymaya kalkmadım hiç. “Aptal insanlardan nefret ediyorum” diyen insanları sevmem bu yüzden. Kendine göre kıstaslar uydurup, tutarsız göstergelerden yola çıkıp birilerine aptal demek, aptallığa daha yakın geliyor. Sanırım, ben şahsen, gayet aptalım. Bundan da emin değilim. Zira göstergeler belirsiz. Ama elde bir takım ipuçları da yok değil.

Mesela, valide hanım yeni evime yerleşmeme yardıma geldiğinde ağabeyimin sitemini iletti: “Bu çocuk o kadar iyi yerlerde okudu, kafası da çalışıyor. Genel müdür bile olabilecekken neden böyle sürünüyor?” Birader, ne söylesem boş. Belki de adımın ikinci anlamıyla ilgilidir. Ya da aptal olmamla bir bağlantısı olabilir: Kariyerin, paranın, şanın önemli olduğuna inanamadım hiçbir zaman. Onlara harcayacağım vakti ve enerjiyi; hayal etmeye, yazmaya, içmeye, aşık olmaya, sevişmeye ve geyik yapmaya ayırdım. Üzgünüm sizi hayal kırıklığına uğrattım ve bu konuda daha da uğratacağım. Ama bilmenizde fayda var: Asla başbakan olamayacağım!

Ayrıca aynı hatayı binlerce kez yapabiliyorum bazı durumlarda. Ona salak mı deniyordu yoksa? Ah işte o derece aptalım, bunu bile ayırt edemiyorum bazen. Size az sonra insanlığa güvenmediğimi söyleyeceğim. İnsanların bencil varlıklar olduğunu ve çok nadiren sıcaklık yaydığını. Yazının sonlarına doğru, kaçırmanız imkansız! İşte orada, tam da orada, bu bencillikten bıktığımı ve karşıma kim ya da ne çıkarsa alay etmeme karşın, aslında güvenmek istediğimi söylemeyeceğim. Sanırım bunu söylemekten çekiniyor olacağım. Zira o kadar çok örnek üzerinden insanların attıkları yalanlara ve sahte samimiyetlerine şahit oldum ki! Oysa samimi olanlar da var, sıcak olanlar da... Ama onlar da –kimi zaman benim yüzümden- bir başkasına yalan atıyorlar, büyük yalanlar, köklü yalanlar... Bunu da aşağıda yazmak isteyeceğim ama yazmayacağım. Çünkü ben ne dersem diyeyim, insanlık denilen canavar yalanlarla yürüyor. Aptal mıyım? Siz nasıl uygun görürseniz kabulümdür. Bu aptallık mevzusundan mütevellit, arada gizli sarışın olduğumdan şüphelenmiyor değilim. Evet esmerim ve gizli sarışın olduğuma dair elimde yeterli delil yok, farkındayım. Şüphe, insanın kendine oynadığı en ilginç oyunlardan birisi.

Burnum da esmerdir. Eskiden büyük sorundu benim için: Büyük, şekilsiz ve eğri. Uzunca bir süredir alışmış haldeyim. Üstüne üstlük içinde fazladan et varmış. “18 yaşına varınca ameliyat olsun” demişti çocukken doktor, dün gibi hatırlarım. Ameliyat olmadım. Alet bozulursa diye fazladan yedek parça koymuşlar, bir gün işe yarar neme lazım! O nane yüzünden genizden konuşurum. Kolay nefes alamam, geceleri de horlarım. Çoğunlukla ağızdan nefes aldığım için sık sık solunum yolu enfeksiyonu kapardım. Aynı nedenden dolayı midem çabuk kalkar.

Dudaklarım mormuş. Bana söylenene kadar mor olduklarını bilmiyordum. Renk körüyümdür aynı zamanda, Bursa’da askeri okul sınavında elendim. Valide ve peder doğduğumda el ve ayak bileklerimin de mosmor olduğunu anlatıp dururlar. İshalmişim doğduğumda ya da başka bir hastalık ne bileyim! Hemşire olan validenin arkadaşları “Ölür bu çocuk, iki güne çıkmaz” demişler. Oysa 6 yıl dayandım. Sözün özü; hastalıklı itin tekiyim, neredeyse 3 yıldır doktor yüzü görmedim. Bu da inatla ilgili sanırım.

Oysa kellik durumu "yüce dağ"da olmayı çağrıştırıyor. Püfür püfür. Efil efil. Uzun saçlı gençlik hallerim rüyalarıma girdiğinde oturuyor içime. Onların rüzgarda dalgalanmasını seviyordum, başka bir şey değil! Belki de bu yüzden göbeğim kellikle aynı vakitlerde peyda oldu. Eski fotoğraflarımı görenler “Ne çok değişmişsin” diyorlar, “Ne kadar zayıf ve hoşmuşsun.” Aynaya bakınca parlayan bir kelleyle karşılaşmak tuhaf geliyor.

Bir 28 yıla, buna da alışmayı umut ediyorum.

Hiç yorum yok: