28 Yıllık Bir Ölünün İtirafları -6

BEN ASLINDA 6 YAŞINDA ÖLDÜM!


Ne zaman, "Kendimi ve hayatı biliyorum artık" desem, ya içimdeki o yer ya da başıma gelen bir olay güzel bir şaplak atıyor suratıma.

Velet sırıtıp kaçıyor...

Kedi kolumu ısırıyor...

Ben de bir süreliğine bilmediğimi kabul ederek ilerliyorum. Sonra bilmediğimi unutuyorum da yine kendimi herşeyi çözmüş bir bok sanmaya başlıyorum. Sonra yine bir şaplak! Kibirlendiğimde beni kendime getiren tokatlar yediğim için şanslıyım.

Hem 'o' hem 'bu'...

Bir ‘o’ bir ‘bu’..

"Lan oğlum harbiden kafayı sıyırdın" diye düşünürken, Profesör Semir Zeki'nin bilinç hakkındaki kuramını öğrendim. Bu Zeki abimiz, bir bütün olarak kurgulanan bilincin aslında yekpare değil, mikro-bilinçlerden oluşan bir toplam olduğunu iddia ediyor. Farklı işleri yapan mikro-bilinçler bir araya gelip süper-bilinci, bütün olarak algılayan bilinci, meydana getiriyorlar.

Semirmiş zeki abimizin bulguları bir yana, sizin de hem "öyle" hem "böyle" olduğunuzu bilmek içimi rahatlatıyor. İçinizde yüzlerce küçük "siz" var. Kendinizi, başkalarıyla elele kurduğunuz benliğinizin bir bütün olduğuna inandırmak için ne kadar da çaba sarf ediyorsunuz, yoruluyorsunuz... Ya da adam bunu kastetmiyor ama ben "nasıl olsa bu yazıyı okuyanlar nörolojiden mörolojiden anlamazlar" diyerek çarpıtıyorum.

İşte bu yüzden herkesin yaşadığı sıradan bir yorgunluğun içinde olduğumu bilmenin mutluluğu içinde- gülümseyerek kendimi anlatmayı sürdürebiliyorum. Bu daha enerjik hissettiriyor.

Ben aslında 6 yaşında öldüm!

Caddeye fırlamıştım annemin elinden kurtulup.

Bir kamyonet fren yaptı. Asfalt öyle bir yaktı ki lastiği, kokusu korkuyla donakalmış o küçük varlığımı esir aldı. O kocaman Desoto yazısına bakakaldım, önündeki küçük delikli örgülere... Sadece ben değil, bütün cadde dondu sanki. Motor kaputunun yüksekliği boyumun iki misli kadardı. Tekerlekler beni altlarına almak yerine, öfkesini kusmuş ve ehlileşmiş aslanlar gibi 1 metre ötemde duruyorlardı. Şoför 1 saniye gecikmiş olsa, yola bakma yerine yanındakine dönüp tek kelime ediyor olsa, o devasa canavarın altında paramparça olacaktım.

Fakat olmadı! Ya da o olaydan sonraki yıllarda beni tanımış olanlar hala olmadı zannediyorlar. Ya da -bir ihtimal- aslında o olay oldu ve o vakitten sonra yaşadığım her şey, 1 saniye içinde parçalanan beynimde dönen, geleceğe yönelik bir düş. Ve sizi, hepinizi, dünyadaki tüm olayları, 6 yaşında bir çocuğun ölüp gitmek üzere olan zihni kurguluyor! Hatta o olay bile, daha önce ölmek üzere olan başka bir çocuğun o son saniyesinde kurguladığı bir düşün parçası olabilir. Ara sıra rüyada gibi hissediyor muyuz kuzum?

Şimdi, her zor durumda kalışımda şöyle diyorum kendime:

“6 yaşında öldüm, ondan sonra yaşadığım herşey bir temaşaydı, tatlı bir oyundu, ölmeden önce gördüğün bir düştü. Son 28 yılın gereğinden fazla yazılmış uzatmalar ve ne güzel ki onun içinde nefes alıyorsun, hissediyorsun, rüyanın keyfini çıkarıyorsun. Yaşadığın her güzel an, böylesine bir lütuf işte! Son 100 bin yılda gelip geçen 20 milyar insandan birisisin ve 6 yaşında o kamyonetin altında kaldın. Bundan daha güzel ne olabilir ki! Bela ise mesele, bir ‘Bu da geçer ya Hu’ çek ve yoluna devam et!”

Hani kendi varlığımın vehmine ve derdine kapılarak unutsam da bu durumu arada, ne aldığım hazlar ne de çektiğim acılar aslında yoklar. Sadece hala devam eden bir seyirlik içinde, ondan yabancılaşmadan hayatı derinlemesine kavramanın güzelliği var. Hüznü ve neşeyi sonuna kadar içine çekerek “Hala varım” demek var!

Ben aslında 6 yaşında öldüm ve keşke gerçekten nefsimi öldürme yolunda iyi adımlar atmış olabilseydim diyorum.

Evet o zaman yazmam için bir neden kalmazdı... Bu kötü mü olurdu?

Size şöyle diyeyim ne anlarsanız anlayın: Konuşmak, yalan atmaktır.

Ne kadar dürüst olduğunuzu iddia ederseniz edin, içinizdekileri kelimelere döktüğünüz an yalan atıyorsunuz demektir. Bundan dolayıdır ki dürüstlük iddiası, şu hayattaki en büyük üçkağıttır! İşte tam da bu yüzden; bu işi katmerlendirerek söz denilen yalanın üstüne, bir de hakimi olduğu zannettiği ikinci yalanı döşeyen insanlar marazdan zavallı hale gelmiş varlıklardır.

Yazmak ise resmileşmiş, başkalarınca kabul edilmiş yalancılık türüdür. Sorgulamadan inanırsınız. Hoşunuza giden bir yalansa, tekrar tekrar okur, dostlarınıza tavsiye edersiniz. Kim demiş insanlar yalanı sevmiyor diye? Bayılıyoruz!

Hani "yazmak, zayıflığımı ifşadan çekinmediğim tek yer demiştim" ya; işin doğrusu, size burada yalan atmayı seviyorum.

Belki bir gün gündelik hayatımın güzel olabilecek anlarında da konuşmamayı, o anı istemsiz yalanlara boğmadan kendi hatrı için yaşamayı öğrenirim. Belki de o zaman martı dövmeyi bırakırım. İçimde cılız bir ışık, belki hepimiz öğreniriz diyor.

Ben aslında 6 yaşında öldüm; ancak şükür ki seyirlik henüz bitmedi!

Hiç yorum yok: