ŞEREFSİZİN KARMASI VE KARMANIN ŞEREFSİZİ
Kendime "Şerefsiz" diyorum, haksız sayılmam. Pek çok "ahlaksız" halt yedim. “Suç"larımı hafifletir mi bilmiyorum ama hemen hemen hepsi cinsel içerikli mevzulardı: Nişanlıdır, evlidir, sevgilisi vardır demedim. Yaptıklarımla utanç ya da gurur duymuyorum. Ancak bu eylemlerden dolayı, bencilliğimle, birilerini yaralamış olmam çok muhtemel.
Çapkın diyemem kendime, demeye yeltenen olursa da "suratına tükrürüm". Aranızda benimkinden daha fantastik hadiselere karışmış insanlar olduğunu biliyorum, boş yere temiz numarası yapmayın!
Bu "ahlaksız"lıklarıma karşın rüşvet almadım, dedikodu yapmadım, iftira atmadım, duygusal patlama anları dışında kimsenin canını yakmadım. O anlarda da fiziksel zararın çoğunu kendime verdim.
Bir kez elimde bir kemik kırılmıştı duvara yumruk atmaktan. 20 yaşındaydım. Ya en yakın arkadaşımın suratını dağıtacaktım, ya da duvarı... There is no spoon!
“Boksör kırığı” dedi doktor.
“Sen bir de duvarın halini gör” diye yanıtladım.
“Eğitimli insansın neden böyle bir şey yaptın?” diye azarladı.
"Eh hastanıza böyle bir soru sorduğunuza göre aslında siz de kendi hayatınızdan biliyorsunuz; eşeklik bakidir" demek geçti içimden. Fakat elim o kadar acıyordu ki, "Dayı, şu işi hallet de kurtulalım" dedim.
Aklınızda olsun, ortopedistler çok dedikoducu oluyorlar. Bir de becerikli olsalar! Azarcı doktor, yarım alçıya alarak elimin yanlış kaynamasına neden olmuş, bir daha kırdılar.
Bir de eski eşimle yaptığımız bir kavga esnasında evin camlarını yumrukla indiririrken kolumu yarmışlığım vardır. Kalın, kanlı bir bifteğe atılan derin bir çizik gibi açılıverdi kolum. Aslında sıradan bir hayvan olduğumu o zaman anladım. Sıradan ve büyülüydü. Yarılmıştı ve kanıyordu. "Ben" denilen kurgunun nerede olduğunu düşündüm? "Kafam yarıldı", "Elim kesildi", "Kalbim ağrıyor", "Bacağım seğriyor", "Parmağım kaşınıyor"... Peki "ben" nerede gizli? İşte o an kanayanın kolum değil, "ben" olduğumu anladım. Etten bir organizmayım, mangala beklerim!
Bu vukuat dışında üç beş kapıyı, bir kaç da elektrik düğmesini emekliye ayırdım. Bütün odun ve plastik varlıklardan özür diliyorum, sizi çok kırdım.
Evet bencilce davrandığım çok oldu. Ancak orospu çocuğu da sayılmam; kimseye bile isteye kötülük yapmadım. En fazla içimden gelen bir zayıflığa ya da öfkeye kapılmışımdır. Birilerinin kötü hissetmesine yol açmışsam özür dilerim. Lakin bu özür, bir daha kimseyi kötü hissettirmeyeceğimin garantisini vermez. Benden uzak durmayı tercih ederseniz haksız bulmam sizi. Bazen ben de kendimden uzak durmaya çalışıyorum. Takdir edersiniz ki pek kolay olmuyor. Bu konuda siz daha şanslısınız da... bir gün sizinle koşullarımızın eşitleneceğini hayal ediyorum.
Bencilliğin en başarılı şekilde gizlenerek semirmesini sürdürdüğü yer, duygusallıktır. Müzmin duygusal, "ben hep başkalarını düşünüyorum ama kimse beni düşünmüyor" diye sızlanır durur ama aslında hep kendine isteyen kendisidir. Başkalarının aşkıyla yanıyor gözükse de, aslında kendi hissettiğinin -kendi kalbinin- önemine ve büyüklüğüne takmıştır. Karşıdakinin de kendi hissettiği gibi hissetmesini ve ona aynı değeri vermesini ister. Çünkü kendini en derinden, olduğu gibi açmıştır: Savunmasızdır, kırılgandır, sevgisinin gerçek değerinin takdir edilmeyeceğinden endişe ede ede sevilme ihtimalini de kaçırır.
Ve sonunda muhakkak haklı çıkar: O “Aşığım ben sana, iltifat et bana” dedikçe, karşısındaki kolay elde ettiği bu sevgiden sıkılır ve daha zor sevgilerin peşinden koşar. Daha önce başka bir yazıda da yazmıştım; zor elde edilen sevgi –istisnasız- her insana daha tatlı geliyor. Ki zaten o duygusal da daha zor sevginin peşinden koştuğu için bu haldedir ya! Kimisi devamlı bu halde dolaşır, kimisi ise hiç iplemez. Nadiren böyle olduğum anlarda benliğimi bir başkasının ellerine bırakmak beni tedirgin eder, kaprisli ve huysuz yapar. Ne var ki kırılmasından korktuğun şey, kırılacaktır.
"Etme bulma dünyası" demiş atalar. Ecbeniler de Hint'ten "karma"yı alıp üstün körü kullanıyorlar işte. Karmayı kısaca şöyle anlatabiliriz: Sen birisine pandik atarsan, bir başkası da gelir seni siker! Ona kim ne yapar, ona daha fazlasını yapana nolur gibi meseleler benim şu az çalışan kafamı aşıyor.
"İyilik yap, iyilik bul!" diyor karma. Benim bundan anladığım; gidip pandik yemiş birini teselli edersen, sen sikildiğinde daha büyük teselliyle seni yatıştıracak birisi bulunur.
Harbiden kafam pek basmıyor, ama karma denilen meselenin çok karışık hadiseler silsilesi olduğunu tahmin ediyorum. Bu minvalde, şerefsizin karmasına da ancak "karma şerefsizi" denilebilir.
Karma'nın nüfusu toynaklı, para birimi oynaklı, milli marşı uyaklıdır:
You sure you want to be with me
I've nothing to give
Won’t lie and say this lovin's best
Well leave us in emotional pace
Take a walk, taste the rest
No, take a rest.
Walking through the suburbs though not exactly lovers
You’re a couple, 'specially when your body’s doubled
Duplicate, then you wait for the next kuwait
Karmacoma, jamaica'aroma! (Dört kez söyle -her seferinde içten söyle!)
Birisi bana karmadan bahsedince Antalya'da bir büfede gördüğüm tost menüsü geliveriyor aklıma: Kaşarlı, Sucuklu, Karmakarışık... Sen tostu ısırırsan, tost da seni ısırır! Ama iyi niyetli olup sadece yalarsan, tost da seni yalar. Hatta bu duruma şahit olan büfeci bile seni yalamak isteyebilir.
Ben aslında 6 yaşında öldüm, ama sonrasında bencilliğimden pek çok insan kırdım ve başkalarının bencilleriyle hala kırılabiliyorum.
28 Yıllık Bir Ölünün İtirafları -4
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
4 yorum:
düşündürücü...
bazen düşünmek yerine hissetmek gerekir...
bence çapkınsın; gel tükür ;)
adresi alayım :))
Yorum Gönder