yaklaşık 7 ay sonra

Naber hacı?

Şöyle aşağılara doğru bir okudum da, 7 ayda neler değişmiş diye. İş bulman dışında hayatında çok farklı bir değişme yok galiba.(Hani bir Aysel var arada “çekil başımdan” dediğin, odur belki!)

Görebildiğim kadarıyla biraz daha durulmuşsun. Yorgun musun koçum? Eh 9-7 mesai, haftada 6 gün durultur insanı. Çalışmak insanı tehlikeli işlerden alıkoyar! (Mesela yazmak gibi...)

Martılara da fazla bulaşmıyorsun. Gerçi aşağıdaki birkaç hikayeden yola çıkıp “Kadıköy maceralarımı yazacağım” diye tutturdun ama kim bilir ne zaman olur! Alexis Karamargas'a selam söyle, bir daha göremedim keratayı.

Neyse endişelenme hacım; vaat ettiği günler gelecektir Hakk’ın, belki yarından da yakın! Hani olmadı bir 5 yıl sabret; Marduk gelecek, dünyanın güzelleşecek, harika bir ortam olacak…

Fakat lotodan para çıkmasını bekleme! Mısır'da bilmediğin bir amcan varsa bile, çoktan Müslüman Kardeşler'e katılmıştır! "Karanlık Taraf"a geçişler kontrollü olarak servis yolundan yapılıyor! Lakin ben Türk edebiyatını "gay kardeşliği"nin yönettiğine inanmıyorum; sıkı çalışırsan, belki kitap başına 345 YTL alarak 9-7 işe gitmek zorunda kalmazsın!

Biraz yorgunum, şimdilik sana aşağıdaki Hasta Olunası Ecbeni Şarkı’yı gönderiyorum. Bilahare hesaplaşırız.


I cant get no satisfaction - The Rollings Stones
(Yeminli tercümedir. Çevirmene, musaf üstüne el koydurarak çevirttim.)

Yok derdime çare, naçarım
Yok derdime çare, naçarım
Çünkü, hacı, dene dene dene dene
Nereye kadar!

Peder "taksiyi al da çalış biraz hayta"" dedi
Açıyorum power fm'i, kralı filan
Abuk sabuk konuşuyor adamlar
Gereksiz bir sürü zırva
Güya beni gaza getirecek laflar ediyorlar
Oy oy oy, bundan dolayı sızlanıyorum ya

Yok derdime çare, naçarım
Yok derdime çare, naçarım
Çünkü, hacı, dene dene dene dene
Nereye kadar!

Akşam eve geliyorum
Bütün gün direksiyon sallamışım
Persil yeşil adam çıkıyor karşıma
"Beyazlarımı nasıl ultra beyaz yaparım"ı anlatıyor
Derdime çare olamaz o benim
Çünkü taksiye her binen müşteri sigara içiyor, siniyor tabii üste başa!
Oy oy oy, bundan dolayı sızlanıyorum ya

Yok derdime çare, naçarım
Yok derdime çare, naçarım
Çünkü, hacı, dene dene dene dene
Nereye kadar!

Taksiye müşteri almayıp bazen
Turluyorum İstanbul'u,
Orada bir kokoreç at burada bir bira çek
Geçenlerde Laleli'ye takıldım
Taş gibi bir hatun vardı: "Bu gece doluyum haftaya gelsene yakışıklı" dedi.
Hayır tipte mi bir sakatlık var anlamadım
Oy oy oy, bundan dolayı sızlanıyorum ya

Yok derdime çare, naçarım
Yok derdime çare, naçarım
Çünkü, hacı, dene dene dene dene
Nereye kadar!

gökhanlaşmanın varlıkbilimi

Lan oğlum,

Bu Kadıköy süper bir yer vallahi!

Az önce bira almaya çıktım.

Rıhtım'a dönen köşedeki şarapçılar ortalıkta yok ama soğuk sandviç arabası yerli yerinde -karşısında seyyar çay ocağı.

Otobüs firmalarının önünde bir kaç insan var: Bu aralar işler pek tıkırında değil galiba. Bayram seyran vakti insan yürüyemez neredeyse kaldırımdan.

Köfte ve ciğer yapan dallama mangalı tütsülendirmiş yine. Bakkala gitmek üzere köşeyi dönerken, şişe dizili cozurdayan ciğerlerde gözüm kalmıyor desem yalan olur.

Her zaman taksiler ve mangal seyyarcıları hazır beklerler. Üçüncü sınıf pavyonlardan ve patates kızartması kokan meyhanelerden çıkan sarhoşları doyurmak ve evlerine taşımak için.

Martılar da genelde hazır olurlar, arsız gövdelerinde şehir ışıklarından yansıyan patlak beyazı utanmaz bir edayla haykırarak. Bu sefer yoklar ama, gece onlar için bile çok soğuk olsa gerek.

Bakkalda sokakta yaşayan bir ayyaş var, ama bizim köşedekilerden birisi değil. Kafasındaki siyah beyazlı bereyi düzeltip duruyor ha bire. Sonra sigarasını eline tutuşturup dükkandan hızla uzaklaştırıyorlar: "Hadi Yalçın, hadi canım"

Dönerken görüyorum Yalçın'ı; iki yönü ayıran demir korkulukların üstünde atlamış üstüne doğru gelen araçları elinin sert ve hükmedici hareketiyle durdurmaya çalışıyor. Son anda çarpılmaktan kurtulup karşıya geçmeyi başarıyor.

Soğuk içime işlemeye başlamış. Beş dakikadır dışarıda olmama rağmen parmak uçlarımda his azalmış. Tam o sırada köşeden genç bir adamla bir kız çıkıyor. Adam kızı kolundan tutarak bir taksiye bindirmeye çalışıyor. Üçüncü bir şahıs, bir delikanlı, onları izliyor.

Adam tam oradan geçerken bana doğru dönüyor, bana değil arkamdakine konuşuyor aslında, ama bir an üzerime alınacak oluyorum: "Gökhan, sen bekle orada!"

Lan hacı, ben bazen acayip Gökhan hissediyorum ya! Sonra kendimi Gökhanlığımı sorgularken buluyorum. "Senden harbi Gökhan olur mu lan?" diyorum kendime. Hani sen de yanıt vermemekte haksız sayılmazsın, zor soru...

Sonra Gökhan olmamaya karar veriyorum. Çünkü hani bir an seni kaybedip Gökhanlaşsam, soğuktan donup kalacağım orada.

Miskin adımlarla eve dönüyorum, biramı açıp bir beş dakikada Kadıköy Rıhtım'da başımdan geçenleri yazıyorum.

Bizimkiler işgüzarlık yapmayıp adımı -dostlarına verdikleri sözü tutup- "Gökhan" koymuş olsalar, gerçekten de "Gökhan sen bekle orada!" dendiğinde bekler miydim?

Yok hacı ben almayayım! Dürüst olmak gerekirse ne Yalçın ne de Gökhan olmak isterdim. Birası elinde üşüyerek evine giden ve tüm tuhaflıkların denk geldiği hiç olmayı seviyorum.

Bir de Kadıköy'ü...

(04 Şubat 2007)

martılar hakkında temel bilgi

Sevgili kendim,

Bendeki bu martısal durumun bir takıntı olup olmadığını anlamak için biraz araştırma yaptım.

Martıyla ilgili en ileri malumatı verdiğinden emin olduğum en yeni neşriyatı bulup, konuyu enlemesine ve derinlemesine irdeledim. Bu bilgiyi sadece sana değil, seni röntleyen eşrafa da iletmek istiyorum. Aşağıda yer alan, martılar hakkındaki en bir hakiki malumatı oku da martıların ruhunun ne olduğunu anla!

" Çoğu beyaz renkte olan güzel bir deniz kuşudur. Perdeli olan ayakları yüzmeye gayet elverişlidir. Kalın ve sık tüyleri vardır. Martılar deniz üzerinde geniş daireler çizerek durmadan uçarlar. Yahutta gemilerin arkasından giderler. Suyun yüzüne yakın yerlerde uçan martı, su içinde gördüğü balıkları kolayca avlar. Martılar iskeleve vapurların etrafından ayrılmadıkları için gemiciler açık denizlerde martıya rasladıkları zaman karanın yakın olduğunu anlarlar. Bu kuşların binlercesi bir arada toplu olarak yaşar. Çıkardıkları kanat sesleri etrafı doldurur. Acı bağırışlariyle hep birlikte denizin sarp kayalıklarından kalkar ve uçuşurlar. "

Nazım Sılanoğlu, Resimli Hayvanlar Ansiklopedisi, İnkilap ve Aka Kitabevleri, 1964, s.68

Bu da sana kapak olsun muhterem kendim!

(30 Ocak 2007)

martılar terso vapurların peşinde...

Vapura binmek için rıhtıma doğru yürürken binlerce martı gördüm. "Kra kra" çığlıklarıyla, kıyıda belirli bir bölgeye üşüşmüşlerdi. Bir martı hortumu kavuruyordu kıyıyı.

Vapuru boş verip oraya doğru yürürken denize doğru girmiş on metrekarelik bir betonun üstünde, bir kaç kasa balığı -martılara rağmen- boşaltmaya çalışan adamı fark ettim.

Adam, birbirlerinin içine geçercesine beklemiş balıkları döktükten sonra, tahta kasaları el arabasına koydu ve martıları izlemeye toplanan biz meraklı bir insanlara aldırmadan yanımızdan geçip gitti.

Martılar daha da coştular, sesleri daha da vahşileşti. Oluşturdukları bulut, beton çıkıntının üzerine çöreklendi.

Güneş; ince, kirli sarı bir tülle örtülmüş gökyüzünde, martıların önünden geçeceğini bilircesine telaşsızdı.

Bir kaç kayık parladı denizin üstünde; nasiplerini alıp uzaklaşan martılar tanıdık kayıkları selamladılar ve karın tokluğunun neşesiyle güneşin önünde resmi geçit törenine başladılar.

Kaçırdığım vapurun sesini duydum. Pis ve karanlık hurda, sararan denizi yarıp ilerliyordu. Karınları doyan martıların, bir lokma simit için onun peşinden gitmeyeceklerini bildiğimden, sinsice gülerek laf attım vapurdakilere:

"Salaklar, martılar sizinle gelmeyecek!

Ve ben martıların acıkmalarını bekleyip, onların peşinden sürüklenecekleri vapura bineceğim..."

(26 Ocak 2007)

ahlaka mugayyir

Naber lan?

Geçen gün aynada gördüm seni hiç selam vermedin, hava mı yapıyorsun oğlum! Hani varsa bir durum bilelim ona göre davranalım.

Geçen gün bir partiye gittik başımıza gelmeyen kalmadı! Genel ahlaka mugayir olmuşuz önce, sonra sevdiğimiz bir arkadaşın çantası çalındı, ardından eş dost içkileri döke döke tepinip durduk.

Arada kamera gelip dolaştı. Ertürk Yöndem "Dınınınıım...İşte Türk gençliğinin düştüğü haller. Pişman mısınız yaptığınızdan, bu kıç kadayıfının şekerlendiği yaşta?" diye beni sıkıştıracak zannettim. Ertürk abi değilmiş. Rahatladım.

Ancak sağolsunlar, sonradan bazı arkadaşlar sıkıştırdılar: "Hrant Dink'in ölümünün üstüne eğlenmeye utanmıyor musunuz?" diye. Hani bana direkt sormadılar. Sorsalar, "Size mi soracağım lan ne yapacağımı? Ben şerefsizim oğlum baştan söyledim, iyi dinleseydiniz" derdim. [Asla ve kat'a "İki yıldır Irak'ta siviller ölüyor, siz de biz de üzülüyoruz ama arada eğlenmeye devam ediyoruz. Bugün buna katılırım yarın da protestoya, size ne!" demezdim. Protesto yürüyüşüne de katılmadım, şimdi ben bu ülkenin aydınlanmasını istemeyen ve gününü gün eden şımarık, sorumsuz burjuvazinin bir üyesi mi oluyorum? Lan ben şerefsizim, bana ne ki! Vicdansızım oğlum ben, öyle değil mi!]

Hışşt kendim, dinliyor musun lan daltarak! Bu arada, geçende yayıncıyla buluştum. Aramızda şöyle bir diyalog (monolog) geçti:

Yayıncı: Bak bu projeyi yapsan yapsan sen yaparsın! 5 gün sonra 100 sayfalık bir kitap bekliyorum
Ben: Abi, saçmalama! 5 güne nasıl yazılır?
Yayıncı: Sen yaparsın! Hafta arası da biraz nakit çıkarım sana...
Ben: Perşembe'ye diyorsun?
Yayıncı: Aynen!

Oğlum lan, hayat tuhaf valla! Hani yazarak para kazanmak diyordun ya; al sana fırsat! Hahaha
Neyse canım, ben yazmaya döneyim; yarına yetiştirilecek bir kitap için 99 sayfaya ihtiyacım var.

Bira ılımış mı ne?

(24 Ocak 2007)

[Geç Not: Yaklaşık 7 ay sonra, hala yazılacak 99 sayfa var]

transandantal martı dövme sanatı

Lan hacı,

İnan hayat çok tuhaf ya! bazen sen de farkına varıyorsun biliyorum. Hani martı dövmekten gelirken, bazen ellerine bulaşmış oluyor ya kendi yüreğinin kanı. İşte en tuhafı da o! Ben soranlara "benim kanım değil" diyorum, "kendimin kanı!"

Şuna karar verdim hacı: Herkesin kendisiyle o ya da bu şekilde bir derdi var! Lan aslında çok basit bir denklem; insan tuhaf bir varlık derler ya -yukarıda ben de demişim mal gibi- aslında tuhaf filan değiliz. Aksırmamız, tıksırmamız nefes alırken su içmeye kalkmamızdan.

Bugün birisi, "ben kendimi seviyorum ya sen?" dedi. Ben de "sevmesem niye durmadan döveyim ki!" dedim. İyi demişim değil mi? Kendini gerçekten sevmeyenler dövmeye korkarlar. Hani bir fiske bile atınca parçalanacaklarını sanırlar. Sahte özgüvenden korkarım ben hacı! muhakkak hem kendine, hem çevresindekilere zarar verir.

Oğlum bira bitti ama şarap var. Sen bir şarap koy bakayım, ben de sana ve senin benliğini röntlemesine izin verdiğin insanlara Bukowski'den bir şiir armağan edeyim. Belki şiirden kendine pay çıkaracaklar çıkar.

yukarı, aşağı ve çepeçevre

bazen alınganlaşırım
nerede olduğumu bilemem,
birkaç adım tökezlerim, yitik hissederim
kendimi.
tanıdığım herkes benden daha
uzun
daha zeki
daha müşfikmiş
gibi gelir bana,
ve daha az çirkin
elbette.
ama asla
uzun sürmez
bu ruh hali.
etrafıma sıkı bir
bakış atarım,
çepeçevre
sert bir bakış
ve aklım başıma
gelir
ama
bir süre için
sadece.

(Charles Bukowski, Gece Çılgın Ayak Sesleriyle Yırtıldı, Parantez Yayınları)

(18 Ocak 2007)

megalokanyak

Hışşt oğlum! Sana diyorum lan, kendim!
Hiç adam olmayacaksın sen değil mi?

Oysa ailen adam etmeye çalıştı seni, karın adam etmeye çalıştı, akademi adam etmeye çalıştı, serbest piyasa koşulları adam etmeye çalıştı... Ama sen adam olmamakta ayak diretiyorsun değil mi!

Kıçının kılları kadayıf olmuş düzenli bir iş bulmayacağım diye kasıyorsun. Aşık olabildiğini de hatırladın ya, salak salak aşık olup dur artık. Senin yaşındakiler evlerini arabalarını aldılar, çocuk da yaptılar! Sen hala o hayali bohem hayatının içinde sefaletten keyif almaya devam et!

İnatçı keçi seni; Allah bilir bu sayede egonu da tatmin ediyorsundur! Hani "ben, bildiği ve hissettiği yolda ilerleyen nevi şahsına münhasır bir kişiliğim. Egoma laf sokulacaksa da bunu ben kendime yaparım başkalarına izin vermem" diye!

Harbi megalomanyaksın oğlum sen! Güya 'ego'nun kölesi değilsin değil mi? Lan 'ego'n delik dondan çıkar gibi 'süperego'ndan fırlıyor da kendini salak gibi hissedip nereye kaçsam diye şaşırıyorsun!

Şimdi bunları yazmakla "dürüstlük" yaptığını da iddia edersin sen Allah bilir! Senin o fahişe 'ego'nu var ya...

(07 Ocak 2007)

pislik

Pek sevgili kendim;

30 Aralık 2006 tarihi itibariyle 1 (yazıyla bir) gün içinde, 5 kadın (yazıyla beş) kadın bana -MSN yoluyla- "pislik" dedi.

Hani hiç birine asılmadım, sarkmadım, aleni ya da gizli terbiyesizlik yapmadım. Bana neden "pislik" dediler anlamış değilim.

Ama sanırım doğru yoldayım. Şerefsiz olmak çaba istiyor değil mi?
Kafamın tasını attırma sevgili kendim!

Hadi bakalım alter egolar gitti mis gibi kocaman zihinde tek başınasın...

(30 Aralık 2006)

new shits on the blog

blog dediğin nedir ki, gönüller bir olsun
(değil mi mariadebön?)

hey joe where do you go with a gun in your hand?
(hacı kapmışsın pompalıyı nereye böyle?)