Elmadağ Nağmeleri - 2

TEKİNSİZ TEPELER

Dolapdere Caddesi’nin kararsız bir bıçak gibi yardığı iki tepe; birbirlerinin düzensiz, orantısız ve benzersiz binalarını izleyerek karşılıklı uzanıyorlar. Bir tarafta Kurtuluş’un altında kalmış Eskişehir ve Bozkurt mahalleri; öte tarafta ise Elmadağ’ın yer yer dökülen İnönü’sü ve Ergenekon’u…

Tam ortalarındaki yarıkta boylu boyunca çocuk işçilerin terleriyle ağaran oto tamircileri, onlara bol içyağlı köfte ve salçası az kuru fasulye yapan lokantalar, ürettikleri vitrin modellerini yirmi beş metrekarelik yekpare cam vitrinin ardında teşhir eden atölyeler dizili.

Kış zamanı kaçak kömürün asgari ücret kokusuyla renksizleşen gündüzler, vakit bahara döndüğünde, tepeleri dolduran binaların güneşin acımasız dürüstlüğüyle daha da çarpıklaştığı bir panayırı ağırlıyor. Geceler ise -yaz kış demeden- patronlukları sokakta sürten uyuz türdeşlerine geçen özgürlük kıskancı bekçi itlerin hâkimiyetinde…

Ancak bazen, şehir iyiden iyiye uykuya dalınca bir sessizlik oluveriyor bu tepelerin arasında. Evlerden tek tük sızan yaşam belirtileri ve kavuniçine çalan seyrek sokak lâmbalarının cılız ışıklarıyla, şehirlerarası bir yolculuk sırasında bir saniyeliğine görülen bir yol-üstü Anadolu kasabasının ürkütücü yalnızlığı çöküveriyor. Yorgun ve aceleci otobüs şoförünün gazı köklemesiyle, demir direkten dökülen ışığın tek katlı briket bir evi, evin bahçe duvarını ve duvarın dibindeki römorku, telaşla uykulu gözlerinizden içeri sokuvermesi gibi.

Kocalarının karşı konulmaz teşebbüslerinden kaçamamış dilsiz Kürt kadınlar, ertesi gün çocukları sokağa salıvermenin planlarını yapıyorlar.

Bütün gün mahallede top koşturan çocuklar, babalarından akşam dayaklarını yiyip çoktan uyumuşlar.

Futbolcu olma ümidiyle Kara Kıta’dan kopup gelen bedbahtlar, lokantalarda bulaşıkçılık yapmaktan bitap düşen ellerinin hesabını yetenekli ayaklarından soruyorlar.

Ocakbaşı lokantaların personelleri, ızgara kokan gömleklerini çoktan karılarına yıkatmış, ağrıyan bacaklarındaki kara suları ertesi güne kadar kıyıda tutma derdindeler.

Güvenli kıyılardan çoktan uzaklaşmış bacaklarıyla gece mesaicisi travestiler, sadece-ailesine-muhafazakâr müşterilerinin asla dile getirilmeyen sapkınlıklarını kendi günahsız koyunlarına alıp uyumaya hazırlanıyorlar.

Nedensiz bir bozkır muhafazasına girişip Anadolu’ya sürüklenme konusunda bin yıl geç kalmış Orta Asyalılar, çevirmenlik yaptıkları turizm ofislerinin patronu olmanın düşünü kuruyorlar.

Tam böyle bir anda, Orta Asya'dan daha önce gelmesine rağmen bulunduğu yeri hâlâ anlayamamış birisi balkona çıkıp derin bir nefes aldığında içine mutluluk doluyorsa; hayat, tekinsiz tepelerin keşmekeşinde bile böylesine güzel ve huzurlu olabilecek kadar gür bir kaynak demektir.

Bütün komşu hayatlarını aklımda teker teker mahalleye yerleştirip balkona çıkıyorum…

Hiç yorum yok: