Elmadağ Nağmeleri - 4




ŞİMDİLİK TÜM MARTI BOKLARINI KURUMAYA BIRAKIYORUM

Yukarıdaki resmi, sevgili dostum Vildan, beni Elmadağ'daki evimde ziyaretinin ardından yapmış.

Martıboku'nu martının kıçından içeri sokacak kadar güzel bir resim!

"Martı"nın ne olduğunu bu kadar çabuk anladığın ve böylesine güzel anlattığın için sana çok teşekkür ederim Vildan.

Son iki yıldır, "martı" merakımı sorup durdu insanlar, kimi zaman müstehzi bir gülümsemeyle takılarak... Martılardan ve Alexis Karamargas'tan neden bu kadar bahsettiğimi ben de bilmiyordum başta. Sonradan anladım ve aşağıda yer alan alıntıyı yazdım. 18 Ocak 2007 tarihinde, bu blogta tam da şöyle demişim (Bkz. Transandantal Martı Dövme Sanatı) :

"İnan hayat çok tuhaf ya! bazen sen de farkına varıyorsun biliyorum. Hani martı dövmekten gelirken, bazen ellerine bulaşmış oluyor ya kendi yüreğinin kanı. İşte en tuhafı da o! Ben soranlara "benim kanım değil" diyorum, "kendimin kanı!"

Şuna karar verdim hacı: Herkesin kendisiyle o ya da bu şekilde bir derdi var! Lan aslında çok basit bir denklem; insan tuhaf bir varlık derler ya -yukarıda ben de demişim mal gibi- aslında tuhaf filan değiliz. Aksırmamız, tıksırmamız nefes alırken su içmeye kalkmamızdan.

Bugün birisi, "ben kendimi seviyorum ya sen?" dedi. Ben de "sevmesem niye durmadan döveyim ki!" dedim. İyi demişim değil mi? Kendini gerçekten sevmeyenler dövmeye korkarlar. Hani bir fiske bile atınca parçalanacaklarını sanırlar. Sahte özgüvenden korkarım ben hacı! muhakkak hem kendine, hem çevresindekilere zarar verir."

Yazıların çoğunu okumuş olanlar Martıboku'nun nasıl bir arena olduğunu anlayacaklardır ama -sayfanın tepesindeki bantta da yazdığı üzere- bir tür teşhir alanı burası: Kendi içimde yaptığım kavgaların dile gelip görünür olduğu bir mecra. "Yazmak, başkalarına zayıf görünmekten korkmadığım tek yer" demiştim. İşte Martıboku, bana tam da bu lüksü sağladı.

İnsanlar kendisiyle kavga edenlere "sorunlu" diyorlar genelde. Pek çok insan kendiyle kavganın daha ilk raundunda özellikle yeniliverir. İnsanlar hemen kendilerini haklı çıkarmayı çok seviyorlar: Çünkü içleriyle, tutarsızlıklarıyla, korkularıyla yüzleşecek, onlarla dalaşacak cesaretleri yok! Ben de pek çok kez böyle yapıyorum. Fakat kimi zaman beni bu tuzağa düşürenin nefsim olduğunu fark ediyorum. Savaşmayı deniyorum. Bunu deneyip burada ifşa ettiğim için kendimi üstün görüyor filan değilim; bazı şeylere kader mi demek gerekir bilmiyorum. İçimden böyle yapmak geldi, ben de yaptım.

Kendini olduğun gibi kabul et diyenlerden haz etmiyorum. Sanki kendinle barışmak denilen mesele, bencilliğini kabul etmekmiş gibi... Böyle yaparsan korkularını kim yenecek? İçindeki ejderhayla savaşmadan barışı hayal etme! Çok kolaylıkla -hiç farkına varmadan- onun öğünü olursun...

Saydamlaşmak!

Geriye dönüp baktığımda bu yolda tökezleyerek de olsa yürüme çabamı Martıboku'na taşımış olduğumu görüyorum. Doğru yolda mıydım, yoksa zaten doğru yolu insan kendisi mi çizer bilmiyorum. Bu yüzden "hakikat" denilen alanda aksırıp durdum.

Şimdi yolun bu kısmında, yüzeye çıkıp biraz nefes almaya ihtiyacım var: Devre arası...

Her akıllı varlık gördüklerinden ve okuduklarından, aklı ölçüsünde dersler çıkarır sanırım.

Ve herkesin aldığı derste sadece kendine gözükse de, aslında o ders bize insanlara karşı nasıl daha iyi olabileceğimizi öğretmek için var.

Ben Martıboku deneyiminden kendi dersimi çıkardım...

Sizinkini bilemem!

1 yorum:

Adsız dedi ki...

benim martıboku deneyiminden çıkardığım ders de şu;

yazarak güç bulmak ve
okuyarak rontgenlemek

'hiç' de fena değilmiş!