Kıbrıs'ın Biraz Sağı

Lan oğlum,

Şimdi Kaş’ta olsan; mesela hayâlindeki evin denizle buluştuğu kayalıklarda...

Uygarlığın aydınlığını önüne alsan; sırtın o bilinmez, karanlık Akdeniz'e baksa.

Gerisin geri yüzerek o zifiri denizde, meselâ Mısır'a kadar gitmek istesen!

Hani o çocukluğunda Lâra Plajı'nın çam ağaçlarından birine sırtını yaslayıp hayal ederdin ya, karşı kıyıdaki Arap çoban kızını... Simsiyah gözleri ve Nil gibi uzayan saçlarıyla o güzel sabi -tam o sırada- cılız, çebiş keçilerine pür dikkat bakmayı ihmal edip denize kaydırırdı gözünü. Akdeniz'in tuzlu suyunun tam ortasında, Kıbrıs'ın biraz sağına düşen bir yerde, bakışlarınız buluşurdu. Asla buluştuğundan emin olamazdın(ız)!

Sırtına çamın kabukları batardı. Başını kaldırıp yukarıya baktığında o sivri yapraklar gözünü gıdıklardı ve ancak parlak, mavi gökyüzünün altındaki Akdeniz yine tuzlu bir merheme dönüşüp yüzünü örtünce giderdi o kaşıntı. O Arap çoban kızı, ufkun beyazlığının ötesinde, sonsuz bir ihtimal olarak, Akdeniz'de kaybolan bakışlarından vazgeçmezdi.

Hayâl, hakikât değildir lan şerefsiz! İkincisinde başka "irade"ler var: Kendiliğinden senin iradenle ortak hareket eden ya da manipülasyonla kendi iradenin altında ezdiğin ya da ezildiğin... Şu manipülasyon işini oldum olası sevmedin değil mi?

Tahayyül için kendinle çarpışıp dur, her çarpışmadan yeni bir “sen” doğsun ne fayda! Her biri kendi hayâl dünyanın içine sıkışmış, hakikî bir insanla karşılaştıklarında tuzla buz olan rüya karakterleri. Hakikâtın sıkıcılığına gömülmektense hayâlin sınırsız olanakları içinde yüzmeyi tercih eder bazıları. Tahayyülün hakikâtın önünde gitmesidir bu, aynen Borges'in dediği gibi.

Hani sahip oldukları o “analitik bakma beceri”sini, biraz akla vursalar hayatta böyle bir dertleri olmayacak: Ne kariyer, ne iş, ne eş, ne de ev…

İnsanlar basit çözümler arıyorlar adamım, sen kendine dolanmışsın! Çözülsen ne mi olacak? İki çocuk sahibi, evli barklı bir adam olacaksın…

Mesela “o” evdeki hayat…

Kaş'ta yaptırmayı arzuladığın taş evden bahsediyorum, az önce kayalıklarında kara denizi izlediğin… Hani verandası da, doğramaları da koyu kahverengi ahşaptan. İki katlı. Üst katta yine ahşaptan, dışarı çıkma bir balkon. Kendi ellerinle, taşları üst üste yığarak ördüğün duvarların arasındaki bahçede zeytin ağaçları. Onların tepesi sıra ince bir kablo germişsin de, çıplak tungsten ampulleri sıra sıra dizmişsin. Vakit akşam olmuş, eş dost gelmiş uzaklardan. Mangaldaki balığın yağları cozurduyor. Patlıcanlar közlenmiş. Salata kıvamında, zeytinyağını Ayvalık’tan getirtmişsin. Dostların neşeyle kahkahalar atıyorlar, eski günlerden konuşuluyor. O, evin kapısında beliriyor, mutfaktan aldığı – akşam üstü hızlıca yapılmış- mezeleri taşıyor sofraya. Tam o sırada mangalın başında balıkla cebelleşen sana bakıp gülümsüyor. O gülücük işte, o ana dair tüm bu hayâli anlamlı yapıyor!

Oğlum, kendi hayâlin sen farkına varmadan hakikâti beceriyor! Hakikâtteki hiçbir şeye inancın ve güvenin olmadığı için hayâle sarılıyorsun. Eh o da az puşt değil, bulduğu her fırsatta aralayıveriyor hakikât denilen bayat kurmacanın bacaklarını!

Yüzler değişiyor, asla sabit bir surette durmuyor o kadın. Aynen içindeki “şey”in benliğini ele geçirişi gibi, deviniyor: Bir “o” oluyor, bir “bu”… Belki biraz efendi olsan, her şey gerçeğe dönüşecekti. Korktuğun bu mu? Hayâlinin elinden alınması ve hakikâtin düşlediğinin ötesine geçmesi... Rüyasını görmek, gerçeğine dokunmaktan hoş mu geliyor? Tahayyül ile hakikât arasındaki köprüden her geçişte korkup korunaklı sığınağına dönmen de bu yüzden değil mi? Her rüyadan uyanışta yalnız olduğunu fark etmenin mahsunluğundan kurtulmak istiyorsun ama o köprüden geçtikten sonra sıradan bir dünyaya hapsolmaktan endişe duyuyorsun. Bu hastalığa "anxiety" diyor Ecnebiler. Bırak desinler, cenabet insandan başka ne beklenir!

Oysa mutluluk bir andır adamım, sürekli bir durum değil!

Sevişme sonrası, kollarındaki insanın şefkatli bir bakışı mutlu ediverir.

Bir bahar öğleden sonrası rüzgârla oynaşan tüllerin, içeride çalan müzikle uyumlu olduğunun farkına varmak mutlu ediverir.

Harçlık verdiğin yeğeninin gözlerindeki “bakkala koşma heyecanı” mutlu ediverir.

Şiir okurken seni sekize katlayan bir sözle karşılaşmanın kıskançlığı mutlu ediverir.

Uzun süredir görüşmediğin bir dostunla içerken, biranın köpüğünün dudaklarına yapışması mutlu ediverir.

Vapur yolculuğu sırasında içine çektiğin sigaranın dumanını simit için bağrışan martılara üflemek mutlu ediverir.

Sıcak bir günde bir çam ağacının sırtını acıtan gövdesine yaslanıp Akdeniz’in anlamını değiştirmek mutlu ediverir…

Harbiden şimdi ne güzel olurdu sırtını Akdeniz’e verip yüzmek? Mısır’a asla ulaşamayacak olsan da…

O ıssızlık ancak bu zamanda böyle çekici ve güzel olabilir oğlum! Bütün geçmişini şehir ışıklarına gömüp karanlığa gitme cesareti, şu her şeye “lakayt” evrene verilebilecek en “lakayt” yanıt olurdu.

Aşık olduğun tüm kadınların suretlerini kıyıda bırak; Kaş’taki o evde misafirlere meze taşısınlar. Teker teker çıksınlar o ahşap kapıdan, ellerinde meze tabakları olsun… Sıra Mısır’da keçi otlatan çoban kıza geldiğinde gerçekten de arınabilir ve hakikâti katlanılabilir kılabilirsin belki.

Yazmayı bırak, düşünmeyi bırak, hayâl etmeyi bırak…Gerisin geri Akdeniz’e doğru yüz…

Kaş’tan, kıyıdan, o evden uzaklaşsan da; Kıbrıs’ın biraz sağında boğulmak bile şereftir, bir şerefsiz için!

Ne gülüyorsun adamım, anlattığım senin hikâyen!

10 yorum:

Adsız dedi ki...

bir adam varmış, bütün ömrü boyunca hacca gitmenin hayalini kurmuş, o hayalle yaşamış, güç bulmuş, çalışmış, kazanmış, biriktirmiş.
seneler geçmiş, bir gün hayalini gerçekleştirebilecek hale gelmiş, ama kalkıp da yola çıkamamış bir türlü. korkmuş çünkü;
hayalini gerçekleştirdikten sonra uğruna yaşayacağı bir şey kalmamasından.
ama kimbilir belki de, hayalini kurduğu kadar mutlu olamamaktan, ya da hakikatlerin tadının hayaller kadar sürekli olmamasından..

hiç dedi ki...

kafalarını kırmak gerek böyle zındıkların di mi? :)

Adsız dedi ki...

yargılayıcı bir tonlama mı var yazdıklarımda?
hayallere bağlanmanın ne kadar anlaşılır olduğunu, gerçekleşmese bile varlığının mutlu etmeye yettiğini, üstelik de gerçekleşmesi durumunda belirli bir süre devam edecek mutluluğun hayal halinde kalmasıyla bir ömre amaç, güç, yaşam enerjisi katabileceğini söylemeye çalıştım.
yalnız şu var; gerçekleşmeyen hayaller hakikati olduğundan sıkıcı gösterebilir, belki de yapmak gereken hakikatin de sınırlarının kaldırılabilir olduğunu tecrübe etmektir.

hiç dedi ki...

yok yargılayıcı filan değil. kanımca gayet de güzel bir yorum. çok teşekkür ederim. sadece oradan yola çıkarak biraz eğlenmek istedim :))

şu "hakikatin sınırlarının kaldırılması" ise gerçekten de ilgi çekici bir konu

Adsız dedi ki...

'gerçeklik, düş artı zamandır' dreamer

hiç dedi ki...

o "zaman"a bir de yazıya ithafen "kulaç atma"yı ekleyebiliriz sanırım. zaten zaman, kulaç atarken geçiyor.

kim olduğunu bilmiyorum ama arkadaşlarımdan birisi isen çık ortaya da şu meseleyi kahve eşliğinde konuşalım (değilsen de yine kahve eşliğinde konuşabiliriz :))

Adsız dedi ki...

sıkıcı(!) bir hakikat olmayı sınırsız bir hayal olmaya tercih eder miyim dersin?

hiç dedi ki...

bu zekice yorumundan sonra, kim olduğunu anladım. seni hayal dünyasının sınırsızlığında saklamaya devam edeyim -ama umarım yorumların hakikatte gelmeye devam eder :)

Adsız dedi ki...

o kadar emin olma ki;
'hiç' değilse(,) hayallerin sınırsız kalsın...

Adsız dedi ki...

Diyelim icin çekti bir sabah vakti
Erkenden denize gireyim dedin
Kulaç attıkça sen
Patiska çarsaflar gibi yırtılıyor su ortadan
Ege Denizi bu efendi deniz
Seslenmiyor
Derken bi de dibe dalayım diyorsun
İşte çil çil koşuşan balıklar
Lapinalar gümüsler var ya
Eylim eylim salınan yosunlar
Onların arasında bulacaksın beni
can yücel