Taşlara Karşı Dört Yöntem ve Bir Oluş

Ben diyeyim on dört, siz deyin on beş yıl kadar önce, şimdilerde “ayar vermek” denilen eylem “laf / boru sokmak” olarak anılıyordu. Deyimin kökünün, geleneksel kullanımda “taş atmak” fiiline indiği düşünülecek olursa; ilerleyen yıllar boyunca bu savunma yönteminin nasıl inceldiği anlaşılabilir. ‘Atma’dan ‘sokma’ya, oradan da ‘verme’ evrilen bir yol…

“Taş atma”nın kökeninde utanç verici bir halt yemiş birisinin cezalandırılması yatar. Bu persona non grata yaptığı bir densizlikten dolayı birilerinin canını fena halde sıkmıştır ve sıkı bir şekilde haşlanmayı hak ediyordur.

Ancak hayat sadece bunun gibi ortaklaşa yapılan dışlama eylemleriyle yürümez: Kimi zaman angutun teki sırf ortamdaki kızlara hava atmak için sataşır, kimi zamansa egosunu bir başkasının üzerinde iktidar kurarak rahatlatmak için çırpınan bir şişik. Bazen de dostlar arasında aradaki bir kırgınlıktan dolayı gerçekleşir bu taş atma işlemi, en can yakıcı olan da budur aslında.

İşte o eski vakitlerde (6 yaşındaki ölümümün reşit olmasına az kalmıştı) bu durumu bertaraf etme üzerine tefekküre dalmıştım. En nihayetinde, yurtta elektriklerin kesik olduğu bir gece, birden bir ışık tepemde “kıpraşmaya” başlamıştı. (Parmağımla şöyle biraz vurunca floresan yerine oturdu!)

“İnsan kendisine atılan taşlardan nasıl kaçabilir?” sorusunun yanıtı (ki sadece bu soru değil, hayatta karşımıza çıkan belalara karşı da kullandığımız yöntemler) şu şekilde şematik–tematik hâle gelmişti:

1) Çıplak İnsan

Durum: Çıplak durmaya devam edersin, kendini değiştirmek için çaba harcamazsın. Orana burana gelen taşlar canını acıtır, kanatır.

Sonuç: Ya hiç karşılık vermezsin ve kanın kendi ağzına girdikçe arabeskleşir, bir ihtimal bundan keyif almaya başlarsın. Ya da sana gelen taşları sana atanlara fırlatmakla cebelleşirsin. İnsanların taş atmaktan en çok keyif aldıkları gruptur.

2) Manevracı İnsan

Durum: Çıplaksındır ama çok hızlı manevralarla üstüne gelen taşlardan kaçmaya çalışırsın.

Sonuç: Kimseye taş atmazsın sadece kaçarsın. Her an tetikte olman gerekir. Bir süre sonra ezikleştirir. İnsanlar için bir tür sınama alanıdır. Vurmak keyif verir.

3) Kısmi Zırhlı İnsan

Durum: Kafa gibi bazı özel bölgeler zırhla kaplanmıştır. Geri kalan yerler hareket olanağım olsun diye açıktır.

Sonuç: Açık olan yerlerden yaralanırsın. Karşılık verme olasılığın vardır. İnsanların çoğu aslında böyle takıldıkları için gayet sıradandır.

4) Komple Zırhlı İnsan

Durum: Üstüne süper bir zırh giyer dolaşırsın, kimseyi takmazsın.

Sonuç: İsterlerse kaya atsınlar umrunda olmaz. Başkalarına taş atmaya tenezzül etmezler. Vurdumduymazlar bu modeldir. Bir süre sonra duyarlı olmaları gereken hallerde bile öküzleşirler. İnsanlar da onları zamanla siklememeye başlarlar zaten.

5) Saydam İnsan

Durum: Benliği saydamlaşmış, hiçleşmiştir. Egosunu öyle bir kıvama getirmiştir ki neredeyse yeryüzündeki hayalettir. Yukarıdaki dört yöntemden yola çıkılarak ulaşılması en azından teorik olarak mümkündür.

Sonuç: Atılan taşlar içinden geçer gider. Yanıt verme telaşı hiç yoktur. İnsanlar bir süre sonra bulaşmazlar. Ancak gerçekleştirilmesi en uzun süren ve en yorucu olan yöntemdir. Denemeye gönüllü insan sayısı azdır. Diğerleri sadece basit birer yöntem iken, saydamlaşmak taşlardan kaçma yöntemi değil daha büyük bir “oluş” halidir. Çünkü egonla mücadele etmeyi ve çetin muhaberelere girmeyi gerektirir. Karakter olarak büyük ve zorlu bir egosu olanlar “Advanced Level”dan başladıkları için, durmadan “Game Over” uyarısıyla karşılaşıp oyuna “Save” ettikleri yerden devam etmek zorunda kalırlar. Sık sık “Save” etmeniz faydalıdır.

Meselenin en ilkel yorumu böyle. Eminim ki hangisine dahil olduğunuza bir görüşte karar vermişsinizdir.(Kategorileri geliştirme konusunda katkıda bulunmak isteyen varsa ailecek bekleriz.)

Ben ise 28 yıl önce ölmüş olmama rağmen hâlâ uğraşmaya devam ediyorum – Eh çıkmamış canda ümit vardır değil mi!

Hiç yorum yok: