Fedakar Topalların Nağmeleri

“Blues’un bir türü…Sadece sevdalı bir kadın ve bir erkeği anlatır. Bir zamanlar onları anlattım ve 'Aşk bütün kusurları örter' lafını ekledim; 'Aşk, size, istemediğiniz şeyleri yaptıracak kudrettedir.' Aşk bazen gam yükünü yıkar üstünüze… Blues’dan bahsediyorum, şaklabanlıktan değil! Bu bir kadınla erkek arasında olur, dediğim o ki birbirlerine aşık olan kadınla erkek arasında... Ve blues, onlardan birisinin diğerini aldatmasıyla ortaya çıkar.”

Black Snake Moan filmi başlarken böyle diyor Eddie James “Son” House. Siyah beyaz bir kayıtta, buruş buruş olmuş acılı görünen ama bilge bakan yüzüne yerli yersiz gülümsemeler yerleştirerek...

Mae’nin sevgilisi olan asker Ronnie görev için yola düşer. Ronnie’nin bir arazı vardır: Ateş edemiyordur çünkü gürültülü bir ses duyduğunda kusuyordur. Mae’nin de bir arazı vardır: Ronnie her görev için kasabadan uzaklaştığında, önüne gelenle düzüşmeye başlıyordur. Ronnie’nin ortalıkta olmamasını fırsat bilen orrrospu çocuğu arkadaşı Gill, onun başkalarıyla düzüştüğünü görüp payını ister. Fakat alamayınca kızı döver ve öldü zannederek yola atar. İşte tam da orada, “kardeş” olarak gördüğü eski arkadaşıyla kaçan karısının geride bıraktığı travmayı yaşayan Lazarus kızı bulur ve evine alır. Nemfomanyadan muzdarip kızı zincir ve blues yardımıyla iyileştirmeye çalışan dini bütün, siyah, eski gitarist Lazarus bir yandan da kendi geçmişiyle ve hatalarıyla yüzleşir. O sırada ordudan hastalığından dolayı atılan Ronnie eve dönüp orrrospu çocuğu arkadaşı Gill’in gazıyla Lazarus’un tepesine inmeye çalışır. Oh mis gibi martı boku!

Sinopsisten tatmin olduysanız bir de Craig Brewer'in yönettiği bu filmi izleyin derim. Hani hikayedeki diğer "ahlaki dersler" vs bir yana, Samuel L. Jackson'ın döktürüşüne şahit olmak için bile izlenmeye değer. Öte yandan Justin Timberlake'i görmeye tahammül edebildiğim yegane "hareketli resim" de bu film oldu.

Filmin o muhteşem bar sahnesinde şöyle bir şarkı söylüyor Lazarus:

“Koyuverdi kapının önüne
Karım beni, kış kıyamette.
Neden beni siktir ediyorsun
Bebeğim diye sorduğumda,
Aramıza soğukluk girdi deyiverdi.
O karda kışta sulara gömülüp,
Pis çamurlara bulandım,
En nihayetinde şu müzikle
Coşan izbe bara yollandım.
Barmen hiç siklemedi beni,
Pis pis bakıp, kirli bir bardak verdi.
Söyle bakalım orospu çocuğu dedim
Sen benim kim olduğumu biliyor musun?
Hayır pis zenci diye küfretti bana,
Kim olduğun sikimde bile değil!
O an şu elimi cebime attım,
Gıpgıcır 44’lüğümü çıkardım.
Anasını siktiğiminin göğsüne
Hakkıyla iki el dayadım!
Yeri öpüverdi ibne,
Duyardınız o zamanlar
Yere düşse bile bir iğne.
Ah işte tam da o sırada
Şerefsiz Billy Lions giriverdi içeri!
Pezevenk aşka geldi
Işıkları söndürüverdi.
Bundandır ihtiyar Billy Lions
Namlumdan öylece kaçıverdi!
Fakat ışıklar geri geldiğinde
Billy çoktan inzivaya çekilmişti.
O da dokuz mermiyi
Siktiğiminin göğsüne yiyiverdi!”

Filmin ana karakterinin adının Lazarus olması, hikayeyi görünce tesadüf gelmiyor. Lazarus, Romalıların öldürdüğü ama İsa'nın mucize olarak dirilttiği adamın adı. Ölü olduğu halde İsa'nın "Ayağa kalk ve bana gel!" çağrısına yanıt verene ve mezardan çıkarıldığı o mucize bilinmesin diye (muhtemelen yüksek yahudi şurası tarafından) yeniden öldürülen adamın adıdır Lazarus. Dini bütün siyah Hıristiyanlar çok seviyorlar anlaşılan bu karakteri - sakın onlara Tyanealı Apollonius'tan bahsetmeye kalkmayın! Aynen blues'un acı nağmelerini sevdikleri gibi... Belki de acıdan zevk almanın bir yolu bu: Blues'a çok uygun!

Doğal olarak ana iki karakterin ve filmin düğümünün çözüldüğü an, filmin adının geldiği şarkıyı "Black Snake Moan"ı Lazarus'un Mae'ye çaldığı sahne: "Black snake is evil. Black snake is all I see." Buyurun buradan yakın!

Herkes her metinden kendi payına düşen dersi alır kaçınılmaz olarak. Ortak bir nokta olur mu bilmiyorum ama film şunu yeniden düşünmemi sağladı: Şu insanlık denilen zorunlu birlikteliğin rezil ve bencil döngüsünden çıkmanın tek yolu; bir başkasının acısını dindirmek için kendi isteklerinden -karşılık beklemeden- fedakarlık yapmaktır.

İnsanlar adiliklerini gizlemeden üstünüzde uygulayabilirler (aynen evinizde gezinmesinden korktuğunuz ve ne yapacağınızı bilmediğiniz bir "Kara Yılan" gibi) ya da kahkaha dolu sohbetler, ihtiraslı anlar, güzel sözler gibi yalanlarla örtebilirler ve kara yılanı çok sonradan fark edersiniz. Bunlardır insanlığa dair güveni ortadan kaldıran. Ki sanırım neredeyse tanıdığım herkes bu yüzden başka insanlara güvenmekte bu kadar zorlanıyor.

Ancak tüm bu "kara yılan" ihtimallerini bir kenara koymaya cesaretiniz varsa, insanı tüm bu şüphelerden kurtaracak ve yukarıda andığım bencillik döngüsünü kırabilecek tek gerçek tavır fedakarlık yapmaktır. Bir insanın acısını dindirmek için çaba sarf etmekten daha "anlamlı" (bkz.Indifferent yazısı) insani bir eylem de yoktur.

Aslında tüm bunları bir dostum (o kendini biliyor) çok önceden söylemiş ve kafamda büyük bir soru işareti yaratmıştı. Üstelik lafla değil, büyük bir derdimi çözmeme yardımcı olarak yapmıştı. "Kimseye eyvallahım olmasın, hiç kimseden hiçbir şey istemeyeyim" düsturunda giderken, sadece sorunumu anlatmamla, ben talep etmeden iyilik yaptı. O, biliyordu: "İnsanlara olan güvenini kaybedersen ve fedakarlık yapmaktan korkarak kaçıp durursan geriye ne kalır ki?" İçinde sadece kendinin ve kendi zevklerinin barınabildiği, korkularına teslim olarak yaşadığın ve yüzeysel, sahte ilişkilerle yalnızlaştırdığın bir hayattan başka ne kalır ki geriye?

Evet, şu anda, o dostum sayesinde kiraladığım bu evde oturuyor ve bu satırları yazıyorum.

Acaba yediği onca kazıktan sonra hala cesur bir şekilde fedakarlık yapan insanlar mı aptal, yoksa gerçek aptallar korkup kaçan ve hayatını diğerlerine fazla bulaşmadan yaşamaya çalışanlar mı? İyi, samimi ve çabalayıcı oldukları her seferde kırıklığa uğradıkları halde içlerindeki insani sıcaklığı korumaya çalışanlar mı aptal, yoksa gerçek aptallar bundan dolayı şerefsizleştiklerinde daha fazlasını elde ettikleri sanısına kapılıp karşılarındakinin fedakarlıklarını har vurup harman savuranlar mı?

Yanıt, -en azından kendi hayatlarınız için- size bağlı. Fakat insanın, insanlardan kaynaklanan korkularını yenmesi için, yine insanlara ihtiyacı var. Başka insanlarla "anlam" yaratmaya... İyilik, kötülük yapma şansınız varken seçildiğinde güzeldir! İyilik, bir insanı kullanarak onun korkusuna korku katma gücünüz varken; onun korkusunu yok etmek için mücadele ediyorsanız anlamlıdır. Kendiniz topalken bir diğerinin aksamasını gidermek için onu koltuğunun altından kaldırmaya çalışıyorsanız... Keşke ben de arada egoma yenilip hırçınlaşmak yerine o dostum gibi olabilseydim.

Film bittikten sonra yukarıdaki fedakarlığın kimler tarafından, hangi şartlarda, nasıl yapılabileceğini düşündüm ve karşıma -o an hafızamın izbelerinden kurtulan- Mevlana’nın Mesnevi'de anllattığı bir hikaye çıktı. Filmdeki tüm ilişkiler (ister Lazaruz ile Mae arasındaki olsun, isterse de Mae ile Ronnie arasında) tek bir sorunun yanıtına bağlanıyordu:

Bir karga ile bir leylek neden yarenlik ederler?



[Bir kaç tembel arkadaş (kendilerini bilirler)Black Snake Moan'ın sonuna ithafen merak edip sordular, ben de "Eğitim sistemimiz ne halde Allah aşkına, insanları araştırmaktan uzak tutuyor" hissiyatına rağmen eklemek istedim hikayeyi. Hassas bünyelere duyurulur: Mesnevi tüm dertler için en bir güzel ilaçtır!


"Bir gün, bir bilge, kendi türleriyle uçmayı reddeden iki ayrı cins kuşa rastlar yol kenarında. Hayli merak eder bu iki farklı yaratığın nasıl olup da kendi aileleriyle, ait oldukları yerlerde yaşamak istemediklerini, nasıl olup da bir ´yabancı´yı kendi kardeşlerine yeğlediklerini.

Biri karga, biri leylek...

O kadar farklıdır ki kuşlar ihtimal veremez birbirlerini sevdiklerine, türdeşleriyle değil de birbirleriyle uçmayı yeğlediklerine.

Öyle ya, karga dediğin kargalarla uçmalıdır, leylek dediğinse leyleklerle.

Yaklaşır ve merakla inceler kuşları. Ta ki her ikisinin de topal olduğunu keşfedinceye kadar.

O zaman anlar ki, birlikte kaçar, birlikte uçar, birlikte yaşarlar beklenenlerin yanında tutunamayanlar.

O zaman anlar ki, sahip oldukları değil, sahip olmadıklarıdır kimilerini birbirlerine yakın kılan.

Topal kuşlar birbirlerinin ´arıza´larını bilir ve sömürmek ya da örtmek yerine kabullenirler öylesine.

Varlıklar üzerine değil, ortak yoksunluklar üzerine kurulanlardır. Aynı şekilde zengin, aynı şekilde mesut olanların ortak paydaları sabun köpüğü gibidir uçar, söner.

Ortak acı, ortak hüzün, ortak pürüzdür esas yakınlaştıran, yaklaştıran..."]

Hiç yorum yok: